28 Ekim 2009 Çarşamba

GÖKTÜRKLER VE BİZANS İLİŞKİLERİ

Göktürklerle Bizanslılar arasında diplomatik ilişkiler oldukça ileridir. Göktürklerin Bizans'taki elçisi Soğdlu tüccar Manyak'tı. Tarihte Orta Asya'dan giden ilk elçi ve heyet budur. Devletin batı kanadını yöneten İşbara Bizans elçisine "O Romalılar siz değil misiniz ki on dille konuşursunuz ve herkesi aldatırsınız. Siz Romalılar niçin bizim elçilerimizi Kafkaslar üzerinden Bizansa götürüyorsunuz ve Romaya gidilecek başka yol yoktur diyorsunuz. Yani biz, yollar geçilmez, her taraf arızalı, dağlık taşlık zannedelim de Roma İmparatorluğuna hücum etmeyelim mi? Böyle düşüneceğimizi mi sanıyorsunuz? Fakat biz Dinyeper nehrinin nerede bulunduğunu, Tunanın nereye aktığını, Meriçin nereden geçtiğini çok iyi biliyoruz. Bize tabi olan kavimlerin Romaya nereden girdiklerini de çok iyi biliyoruz. Sizin kaleleriniz bizim için sır değildir..." diyerek Bizans'a meydan okumaktadır. İstemi Yabgu, Bizans ile müttefik oldu ve Sasaniler'in yıkılması için Bizans'la anlaştı. Bizanslılar batıdan, Türkler doğudan saldırdı ve Sasani devleti zayıfladı. 572 yılında ölen Mukan Kağan'ın cenazesine Bizanslılar üst düzeyde katıldı. 582 yılında Göktürk devleti ikiye ayrıldı. İstemi Yabgu'nun oğlu Tardu Doğu kanadıyla tamamen bağları koparttı. Batı Göktürkler ile Bizanslılar arasında ilişki devam etti. 620 yıllarında Sasani devleti çöktü, Kafkasların paylaşımı konusunda sorunlar çıktı ve Bizanslılarla ilişkiler bozuldu. Kutluk döneminde ise Bizanslılarla ilişkiler Emevilere göre şekillenmiştir. Sasanilerin yerini alan Emeviler karşısında Bizans ile ortak hareket edilmiştir.

İstemi Yabgu

İstemi Yabgu (530 - 583 ya da 584), Göktürk Kağanlığı'nın kurucusu olan Bumin Kağan'ın kardeşi, hakan, yabgu ve elçidir. Bumin Kağan'ın yanında batı kanadını (sonraki Batı Göktürk Kağanlığı) yönetmiştir.

İstemi Kağan, Bizans İmparatorluğu ve Perslerle diplomatik ilişkileri güçlendirmiştir. Kendisi hakkında Bizans arşivlerinde geniş bilgi bulunur.
Siyasal Özellikleri

Avarların yönetimi altındaki Gökürklerin Bumin Kağan önderliğinde ayaklanıp 552 yılında bagımsızlıklarını kazanmalarıyla kurulan Göktürk Devleti'nin batı kanadı hakanı olan İstemi Yabgu aynı zamanda Bumin Kağan'ın da kardeşiydi.

Göktürk Kağanlığı'nın kısa zamanda güçlenmesinde büyük rol oynamıştır. Çin'e seferler düzenlemiş, Akhunlar'ın elindeki İpek Yolu'nu ele geçirmek için Sasanilerle ittifak yapmıştır. Bu ittifak sonucunda Akhunlara son verilmiştir. Ancak bir süre sonra Sasaniler'in İpek Yoluna göz dikmesi üzerine Bizansla ittifak yapmış ve Sasaniler'i zor durumda bırakmıştır. Güçlü Türk yabgusu İstemi'nin zamanında devlet en geniş sınırlarına ulaşmıştır. 576 yılında İstemi Yabgu'nun ölümüyle yerine oğlu Tardu geçmistir ancak Tardu'nun zamanında devlet iyi yönetilememiş ve çıkan isyanlar sonucunda ikiye ayrılmıştır (582).
Kişilik Özellikleri

İstemi Kağan, kişilik olarak sinsi ve kurnazlığıyla dikkat çeker. Kurnazlığı ve üstün zekasıyla ittifaklar kurmuş ve Göktürkler adına çok önemli adımlar atmıştır. Tarihi arşivlerde anlatılanlara göre çok az konuşan, soğukkanlı ve sinsi bir hükümdardı.
İstemi Kağan'ın Farkı

İstemi Kağan Türk tarihi boyunca bir devletin iki hükümdar ile yönetilmesini örnekleyen ilk hükümdardır. Ağabeyi Bumin Kağan Doğu'yu kendisi ise Batı'yı yönetmiştir. Batı'ya doğru yaptığı anlaşmalar ve fetihler sonucu Türklerin coğrafi konumunu da etkilemiştir. Aynı zamanda Araplarla yakınlaşılmıştır ve Türklerin İslamiyet ile ilk yakınlaşmasını sağlayan liderdir.

Bilge Kağan

683 (ya da 684) yılında doğdu. Babası Göktürk Devleti’ni yeniden kuran İlteriş Kutlug Kağan, annesi İlbilge Hatun’dur. 8 yaşında babasını yitiren Bilge Kağan, 24 yıl boyunca Göktürk Devleti kağanlığı yapan amcası Kapağan Kağan’ın elinde büyüdü.

Amcası öldüğünde yerine geçen oğlu İnal’ı devirerek 32 yaşında 716 yılında Göktürk Devleti’nin başına geçti. Devletin yönetimini ele alan Bilge Kağan’ın ilk işi iyi bir yönetim oluşturmak oldu. Bunun için, ordunun başına 31 yaşındaki kardeşi Kül Tigin’i, vezirliğe de Tonyukuk’u getirdi.

Bilge Kağan’ın en büyük hayali milletini yerleşik hayata geçirip onları şehirlerde oturtmak idi. Ama buna vezir Tonyukuk karşı çıkarak: "Türkler, Çinlilerin yüzde biri kadar bile değildiler. Su ve otlak peşindedirler. Avcılık yaparlar. Belli bir yerleri yoktur ve savaşçıdırlar. Kendilerini güçlü görünce, orduları yürütürler. Güçsüz bulunca kaçarlar ve gizlenirler. Çinlilerin sayı üstünlüklerini böylece etkisiz kılarlar. Türkleri surlarla çevrili bir kentte toplarsanız ve bir kez Çin’e yenilirseniz, onların tutsağı olursunuz" dedi.

Bilge Kağan, bir dönem de Türkler arasında Budizm’i yaymak hevesine kapıldı. Tapınaklar yaparak Türkleri Budist yapmak arzusunu taşıdı. Vezir Tonyukuk, bu düşünceye de karşı çıkarak, Budizm’in insandaki hükmetme ve iktidar duygusunu zaafa uğrattığını, kuvvet ve savaşçılık yolunun bu olmadığını, eğer Türk milletinin yaşaması isteniyorsa bu din ve tapınakların ülkeye sokulmaması gerektiğini söyledi. Bilge Kağan, çok itibar ettiği Veziri Tonyukuk’un tavsiyelerine uyarak, aklından geçen bu planları yapmadı.

Bilge Kağan döneminde Göktürk Devleti’nin sınırları Çin’in Şan-Tung ovasından, İç Asya’da Karaşar bölgesine, kuzeyde Bayırku sahasından Ani Irmağı havalisi ve Batı Demir Kapı’ya (Ceyhun Irmağı’nın yakınında Semerkand-Belh yolu üzerinde) kadar ulaştı.

Önce veziri Tonyukuk’u sonra kardeşi Kül Tegin’i kaybeden Bilge Kağan’ı, Çinlilerle işbirliği yapan bakanı Buyrak Cor (Buyrukçur) zehirledi. Yatağında hasta yatarken, kendisini zehirleten bakan ve yardımcısını öldürten Bilge Kağan, 25 Kasım 734’de öldü.

Bilge Kağan’ın cenazesi 22 Haziran 735 tarihinde ("domuz" yılının 5. ayının 272'si) büyük bir törenle defnedildi.

OĞUZ BOYU

ANAYURT



Anayurt

Türklerin anayurdu Orta Asyanın batı bölümleridir. Tiyaşan yahut Tanrı dağları denilen sıradağ Türkeli'nin belkemiğidir. Türkistan'a hayat veren büyük ırkların çoğu buradan çıkar. Bugün Moğolistan dediğimiz yer de eskiden Türk ülkesiydi. Türkelinin batı sınırı Edil ırmağıdır. Bu ülkenin iklimi umumiyetle sert olup büyük bozkırlarla doludur. Geniş mesafeler arasında az insanlar otururdu. Bu iklim ve yayla – bozkır hayatı Türkleri az konuşkan, ciddi, sert, kuvvetli ve cesur yapmıştır. Türklerin tarihini öğrenirken anayurtta oturan Türklerle anayurt dışına çıkan kalabalık yabancılarla karışan ve yabancılar üzerinde hakim ve azınlık halinde kalan Türklerin tarihini ayırmak lazımdır. Biz, tabii ana yurtta kalan Türklerden bahsedeceğiz. Anayurt Türklerinin tarihi aralıksız bir tarih silsilesidir. Anayurt dışı Türklerinin tarihi ise kesik parçalardır.


Türk Irkı

Türk ırkı tarihten önceki zamanlarda teşekkül ettiği için onu meydana getiren unsurları iyice bilmiyoruz. Yalnız bu ırk esas itibarile brakisefaldir. Bir kısmı sarışın – açık renk gözlü, bir kısmı da kara saçlı – koyu renk gözlü olmakla beraber yüzün biçimi bakımında birbirine çok benzerler. Elmacık kemikleri biraz çekiktir. Türk ırkı uzun veya orta boylu insanlardan mürekkeptir. Dilleri göz önünde bulundurulmak şartıyla Moğullar ve Monçularla akrabadırlar. Hatta Macar-Fin-Estonlardan mürekkep olan “Ural” veya Fin-Oğur” zümresi ile de akrabalıkları muhtemeldir. Bu takdirde Türklerin mensup bulunduğu “Altay” veya “Turan” zümresi ile Ural zümresinin yakınlığı şöyle bir şema ile gösterebiliriz.

“Turan” adını altı millete birden vererek “Ural – Altay” yerine “Turan” kelimesini kullananlar da vardır.


Sakalar

Tarihte bilinen en eski Türkler Sakalardır. Bunların varlığı millâttan önceki yedinci asırdan başlar. Hiç şüphesiz bunlardan daha önce de Türkler, yani Türklerin ataları olan boylar vardı. Fakat onlar hakkındaki bilgimiz pek eksiktir ve tarihi sayılamaz. Sakalar orta Tiyanşanda yaşıyorlardı. Bunların daha batısında, yani Aral Gölü ve Hazar Denizi arasında da Sakaların büyük bir kolu sayılan Mesagetler bulunuyordu. Sakalar, İranlılarla durmaksızın çarpışmışlardır. Bunarın bir kahramanı mitâttan önce 624’te İranlılar tarafından hile ile öldürülmüştür. İran padişahı Kirus milâttan önce 545-539 yıllarında Sakalarla çarpışarak Batı Türkistanın cenup bölümlerini zapetti. Sırderyaya kadar ilerledi. Fakat Masagetlerin kadın hükümdarı “Tamiris” yahut “Demurus”la yaptığı savaşta yenilip öldü.

Milâttan önce 330-327 arasında Makedonyalı İskender kumandasındaki Yunanlılar batı Türkistana cenuptan saldırdılar. Ozaman Türkistanın nüfusu pek azdı. Bununla beraber İskender pek sert bir müdafaa karşısında kaldığından birçok şehirlerin ahalisini kılıçtan geçirdi. İskenderin bu kıyıcılığı karşısında Türkistan halkının çoğu doğuya, Çin sınırlarına doğru kaçıştılar.


Kunlar

Bu kaçışanlar Çinin şimalinde yerleşerek ve daha önceleri de orada bulunanlarla karışarak birkaç beylik kurdular. Bu beğliklerden Kunlar ötekilerini ortadan kaldırarak bütün Türk ırkını bir bayrak altında birleştirdiler. Hakimiyetleri Koradan Edile kadar uzanıyordu. Bunların tarihinde mühim rol oynıyan ve edebiyata da geçen bir ünlü hükümdar vardır ki adı “Mete” veya “Motun”dur. Onun babası Tuman Yabgu milâttan önce 220’denberi Kunların yabgusu yani hükümdarı idi. Mete velihat idi. Fakat Tumanın başka bir karısı kendi oğlunu veliaht yapmak için bir pilân kurdu: Tumanı kandırarak Mete’yi cenup komşuları Yüeçi Türklerine rehin göndertti. O zamanın hukukunca rehin barış için bir teminattı. Barışı bozanın rehini öldürülürdü. Üvey anası Mete’yi gönderttikten sonra Tumanı yine kandırarak Yüeçilere savaş açtırttı. Tabii Yüeçiler de öldürmek için Mete’yi aradılar. Mete Yüeçilerin atlarına binerek kendi yurduna kaçabildi. Buna sevinen babası Mete’ye 10.000 çadır halkı tımar verdi. Fakat babasına ve üvey anasına karşı korkunç bir kin besleyen Mete onlardan öç almaktan başka bir şey düşünmüyordu. 10.000 çadır halkından 10.000 asker seçerek bunları görülmemiş bir disiplinle yetiştirmeğe koyuldu. Verdiği buyruklara baş eğmiyenin cezası ölümdü. Askerlerine en değerli malları olan atlarına ok atmalarını emrettiği zaman bir takımı bunu yapamadılar. Bunlar acımaksızın öldürüldü. En son pek zalimane bir emir daha aldılar. Mete sevgilisini nişangâh yapıp ok attı ve askerlerine de karılarına ok atmalarını emretti. Dehşet içinde kalıp buyruğa baş eğmiyenler idam olundu. İşte Mete bu kadar sadık ve disiplinli bir ordu ile babasının üzerine yürüyerek onu mahvetti. Üvey anası ve üvey kardeşini, onların taraftarlarını da mahvederek yabgu oldu. (m.ö 209)

Türk tarihinin harikulâde bir şahsiyeti olan Mete dahili bir savaş sonunda tahta çıktığı zaman doğu komşuları olan Tung-hular (bugünkü Mançurya’da oturuyorlardı) bundan istifade etmek istediler. Mete’ye elçi göndererek günde 500 kilometre koşan bir atını istediler. Kurultayın vermek istememesine rağmen Mete atını verdi. Tung-hular bu sefer Mete’nin karısını istediler. Savaşa bahane arıyorlardı. Kurultay bu hareketi pek vicdansızca görerek reddetmek istedi. Mete şahsi sevgisinin milletini korkunç düşmanlarla savaşa sürükliyecek kadar fazla olmadığını söyliyerek reddetti. Karısını gönderdi. Tung-hular yeniden elçi göndererek iki devlet arasındaki çorak bir toprak parçasını istediler. Burası Kunlarındı. Fakat çorak olduğu için oradan askerlerini çekmişlerdi. Kurultay bu değersiz toprağı vermekte mahzur görmedi. Fakat Mete at ve karısını kendi şahsına ait olduğu için verdiğini, toprağın ise kimsenin malı olmayıp devletin temeli olduğunu söyledi. Vermek fikrinde olan beğleri idam ettirdi. Ani bir baskınla Tung-hular üzerine yürüyerek onları mahvetti. Bütün ülkelerini ele geçirdi. Bunlardan sonra Çin’i yenip vergiye bağladı. Edile kadar yürüyerek oralardaki bütün Türk beğliklerini birleştirdi. Sonra devletinde teşkilat yaptı. Devleti iki büyük parçaya ayırarak herbirine bir beğlerbeği koydu. Herbirini de tekrar 12 bölüme ayırdı. Bu suretle devlet 24 parçaya ayrılmış oluyordu. Her parçanın başında bir tümenbaşı bulunuyordu. Ordu 10, 100, 1000 kişilik kıt’alardan mürekkepti. Bunların başında onbaşı, yüzbaşı ve binbaşılar vardı. Mete bugünkü Türk ordusuna kadar devam eden bir askeri teşkilat yapmıştı. Mete Türk milletini yaratan insandır. Savaşta enerji, dahilde disiplin, milli bir itaat ruhu ve devletçilik gibi vasıflar Türk milletine Mete’den kalan yadigârlardır.

Kun devleti Mete’den sonra miladi 216’ya kadar devam etti. Demek ki ömrü 436 yıldır. Bütün bu müddet zarfında hayatları Çin’le mücadele ile geçmiştir. Fakat edebiyat tarihini alâkadar eden bir ciheti olmadığı için bunu zikretmiyoruz.


Siyenpiler

Orta Asya hakimiyeti Kunlardan Siyenpilere geçti. Bunların hakimiyeti 216-394 arasında sürmüş, ömürleri Çin ile çarpışarak geçmiştir. Edebiyat tarihi bakımından ehemmiyetleri olmadığı için tarihlerini söylemiyoruz.


Aparlar

394 tarihinde hakimiyet Aparlara geçti. Bunların meşhur hükümdarı Tolun, Orta Asya’nın Mete’den sonra ikinci büyük ıslahatçısıdır. O zamana kadar Orta Asya hükümdarlarının lâkabı olan yabguyu küçük görerek kağan unvanını aldı. Bundan sonra yabgu ikinci derecede bir unvan oldu. Bunlar da Koradan Avrupaya kadar olan sahaya hakimdiler. Avrupalılar bunlara Avar derler. Edebiyat tarihi bakımından ehemmiyetleri yoktur.


Gök Türkler

Edebiyat tarihi bakımından gayet mühim olan Gök Türkler ilk önceleri Apar kağanlarına tâbiydiler. Altayda demircilikle uğraşarak kağanlarına silah yapıyorlardı. Apar Kağanı, kendisine karşı yapılan bir isyanı bastırmasını, Gök Türklerin reisi olan Bumun’a emretti. Bumun isyanı muvaffakiyetle bastırdı ve mükafat olarak Apar Kağanının kızını istedi. Kağanın, bu teklifi hakaretle reddetmesi üzerine silaha sarılan Bumun savaşta Aparları yendi. Kağan intihar etti. Bu suretle 552 tarihinde Gök Türk hanedanlığı başladı. Bumun Kağan “İl Kağan” lâkabını aldı. Memleketin batı tarafının idaresini kardeşi İstemi Kağana verdi. Bu suretle tarihte ilk defa Türk adı çıkmış oldu. Gök Türk kelimesindeki gök yani mavi kelimesi devletin büyüklüğünü göstermek için kullanılmıştır. Renk isimleri Türklerde büyüklük,çokluk, şöhret göstermek için kullanılır. (kara cahil, kara keder, ak soy, kızıl cehennem gibi...)

Gök Türk devleti eski Türk devletlerinden daha iyi teşkilatlı idi. Memleket esas itibarıyla doğu ve batı diye ayrılmıştı. İkisinde de bir kağan bulunuyor, fakat bu kağanlardan bazan doğudaki batıdakine, bazan da batıdaki doğudakine tâbi bulunuyordu. Hatta bazan devlette dört kağanın birden bulunduğu olurdu. Fakat biri büyük kağan sayılır, diğerleri üzerinde hâkimiyet hakkı olurdu. Doğu ve batı diye ikiye ayrılan devletin herbirinde kağandan sonra en büyük rütbe olmak üzere yabgu ve şadlar bulunur, bunlar memleketin büyük birer bölümünü idare ederlerdi. Kağanın hükümdar olmıyan çocukları tigin lâkabını taşırdı. Yabgu ve şadlar çok defa tiginlerden tayin olunurdu. Devletin yüksek rütbeli memurlarına tarkan, buyruk, şadapıt denir, bütün tarkanlar, buyruklar, şadapıtlar ve boy reisleri beg unvanını taşırdı. Unvanlar çok defa irsi idi. Teşkilat tamamı ile askeri idi. Kağan ölünce yerine oğlu yahut kardeşi veya amcası geçerdi.

Gök Türklerin diğer büyük bir ehemmiyeti de bunların kendileri hakkında ilk defa eser bırakmış olmalıdır. Gök Türklerden önceki devirde atalarımız kendileri hakkında hiçbir yazı ve vesika bırakmadıkları için onlar hakkındaki malûmatı medeni komşularından alıyoruz. Bumun Kağandan sonra kağan olan İstemi Kağan zamanında devlet garbi Roma ve İran imparatorlukları ile siyasi ve iktisadi münasebetlere girdi. Fakat onların sözlerini tutmaması yüzünden her ikisiyle de harbolunarak topraklar alındı. 610 tarihine kadar azçok birliğini muhafaza ederek yaşayan Gök Türk devleti bu tarihte doğu ve batı kağanlarının birbirini tanımaması yüzünden ikiye ayrıldı. Bundan istifade eden Çinliler 630 tarihinde Doğu Gök Türklerini yenerek doğu hükümdarı Kara Kağanı birkaç yüz bin Türk’le beraber esir edip Çin’e götürdüler ve çinlileştirmek için Çin’in ötesine berisine dağıttılar. 659’da da batı kağanlığını yıktılar.

Esarette bulunan Gök Türkler birkaç defa isyan ettiler. Bilhassa 639’da Kür Şad’ın 40 kişi ile Çin payitahtında yaptığı ve Çin imparatorunu tevkif ederek ve Gök Türk prenslerinden birini Türkistan’a götürerek Türk kağanlığını diriltmek maksadını güttüğü ihtilal pek şanlı oldu. Fakat bastırıldı. Nihayet 681’de İlteriş Kutluk Kağan’nın 17 kişi ile dapa çıkarak yaptığı ihtilal muvaffak oldu. Etraftan koşuşanlarla 70’e, biraz sonra 700’e çıkan ihtilâlciler istiklallerini elde etmeye muvaffak oldular. Böylelikle Gök Türk devleti dirildi.

İlteriş Kutluk Kağan 681-693 yılları arasında kağanlık etmiştir. Kendisinin akılda eşi, şerefte yoldaşı olan “Bilge Tonyukuk” ilk dağa çıkıştan beri yanında bulunuyordu. Ve devletin hem baş kumandanı, hem de baş veziri idi. Bu iki gayretli adam isyan etmiş olan Dokuz Oğuzları, Kırgız, Kurıkan, Otuz Tatar, Kıtay ve Tatabıları yenip itaata aldılar. Çinlileri yendiler. Gök Türkleri zengin ettiler. Bu devrede Gök Türklerin sayısı pek azdı.

Kutluk Kağan öldüğü zaman oğulları sekiz ve yedi yaşında idiler. Onun için yerine kardeşi Kapağan Kağan geçti. (693-716) Bilge Tonyukuk yine devletin baş veziri idi. Kapağan Kağan zamanında da birçok seferler yapıldı. Batı Türkleri de itaata alındı. Çinliler yenildi. Fakat Kapağan Kağan ihtiyarlığında bazı yolsuzluklar yaptığından kendisine karşı isyanlar oldu ve bir suikasta kurban gitti.

Oğlu Bögü Kağan yerine geçtiyse de Kutluk Kağan'ın oğulları Megren ve Kül Tigin bunu tanımadılar. İsyan edip Bögüyü öldürdüler. Kutluk Kağanın büyük oğlu Megren, “Bilge Kağan” unvanıyla tahta geçti. 720’de Çinliler Gök Türkleri ortadan kaldırmak için 300,000 kişilik bir ordu ile savaş açtılar. Dokuz Oğuz, Kırgız, Basmıl, Kıtay gibi tâbi boyları da isyana kışkırttılar. Fakat Gök Türkler bu müşterek hareketi karşılayıp Çinlileri bozguna uğrattılar. Çin, hediye adı altında ipek kumaş vergisi vermeye mecbur kaldı. Biraz sonra Bilge Tonyukuk öldü. (aşağı yukarı 720 yıllarında)

Türk birliği için yıpranırcasına çalışan kahraman Kül Tigin 731’de Dokuz Oğuzlarla yapılan bir harpta karargahı korumak için öldü. Bilge Kağan da 734’te vezirlerinden biri tarafından zehirlenerek öldü. Bu üç mühim şahsiyetin ölümünden sonra Gök Türk devleti yavaş yavaş alçalmaya yüz tuttu. 742’de Dokuz Oğuz, Karluk ve Basmıllar birleşerek devlete karşı isyan ettiler. 745’te Gök Türk hanedanlığını yıkarak yerine Dokuz Oğuzlar hakim oldular.


Dokuz Oğuz – On Uygurlar

“Dokuz Oğuz” dokuz boy demektir. Ok kelimesi boy manasına gelirdi. Sonunda “z” ile yapılan çoğullar bugün de vardır; ikiz, üçüz gibi… Eski Türklerde siyasi zümrelerin adları ekseriya o birliği teşkil eden boyların sayısını da gösterirdi. Dokuz Oğuz, On Uygur, Sekiz Oğuz, Üç Kurıkan, Otuz Tatar gibi. Dokuz Oğuzlarda On Uygurlar da sekizinci asırda Moğulistanın şimalinde yaşıyorlar ve birlikte hareket ediyorlardı. Gök Türklerin kitabelerinde bunlara Dokuz Oğuz ve bazen yalnızca Oğuz denildiği halde, Moyunçur Kağan kitabesinde Dokuz Oğuz – On Uygur denilmektedir. 840 tan sonra ise Dokuz Oğuz adı büsbütün kaybolarak yalnız Uygur adı kalmaktadır.

Bunların ikinci kağanları olan Moyunçur Kağan (746-759) en ünlüleri olup fütuhatı ile meşhurdur. Kendi adına Orhun yazısı ile bir abide diktirmiştir. Kendisinden sonra tahta geçen oğlu Bögü Kağan, yahut resmi unvanı ile “Alp Külüg Bilge Kağan” (759-780) ise 763 tarihinde manihaizmi devlet dini olarak kabul etmekle ün salmış bir kağandır. Moyunçur Kağan zamanında Dokuz Oğuz – Uygurların çoğu manihaist olduğu halde kağan şamanî idi. Bu devletin dayandığı unsur olan Dokuz Oğuz – On Uygurlar arasında e medeni olanları Uygurlardır. Uygurların bir kısmı, bugün Şarkî Türkistan dediğimiz ülkede, sekizinci asırdan birkaç asır önce medenî hayata geçmişlerdi.

Bunların hakimiyeti 840 yılına kadar büyük imparatorluk halinde devam ettikten sonra sarsıldı. 840’taki büyük kıtlık ülkede isyanlar doğurdu. Şimalde yaşıyan Kırgızların isyanı pek yaman oldu. Bunlar Dokuz Oğuz – On Uygurları tamamı ile yendiler. Bu kırgın birkaç yıl sürdü. Uygurlar ikiye ayrılarak cenuba doğru göçtüler. Cenubî şarkiye göçedenler açlıkla, cenuptan Çinlilerin, şimalden Kırgızların saldırması ile mahvoldular. Cenubî garbiye kaçanlar ise zaten kendilerine tabi olan Şarkî Türkistan ülkesine gelerek evvelce burada olan şehirlere yerleştiler. Kendilerine de yeni şehirler yaptılar. Bu şehirler kale ile korunan müstahkem şehirlerdi. Merkezleri Kocu şehri idi ki bugün Kara Hoca adını taşır. Beş Balık, Can Balık, Yeni Balık, Sülmi gibi şehirleri de Uygurlar yaptılar. (Balık eski Türkçede şehir demektir.) bu bölgeye yerleştikten sonra artık Dokuz Oğuz adı silinip yalnız Uygur adı kaldı.

Devlet böylece küçüldükten sonra Uygurlar kahramanlıklarını muhafaza etmekle beraber çok medeni bir hayat yaşamaya başladılar. Aralarında budizm, manihaizm ve biraz da nasturîlik dinleri yayılmıştı. Bu dinlerin birbirleriyle mücadelesi barış içinde oluyor, her din kendisini propaganda ile ileri sürmek istediğinden dini eserler de meydana geliyordu.

Uygur devleti 940 yıllarında Karahanlılar devleti kuruluncaya, yahut bir ihtimale göre zaten batı Gök Türklerin en güçlü boyu olan Türgişlerin devamı olmak üzere mevcut olan Karahanlı devleti genişlemeğe başlayıncaya kadar devam etti. Bu tarihten sonra ise Karahanlıların batıdan yaptıkları sıkıştırma ile küçülüp daha sonra doğuya çekilen Uygurlar on dördüncü asra kadar küçük bir beğlik halinde devam ettiler. Sonra Çingiz Han imparatorluğu içinde siyasi varlıkları sona erdi. Bunların artıkları olan Sarı Uygurlarela, Kara Uygurlar bugün hala yaşıyorlar. Kara Uygurlar şimdi moğullaşmış olup moğulca konuşurlar. Sarı Uygurlar Türklüklerini ve eski adetlerini saklıyorlar. Kendilerine “Sarı Yoğur” diyorlar. Budisttirler.


Din

Sakalar zamanında Türklerin nasıl bir dine bağlandıklarını bilmiyoruz. Fakat bu, hiç şüphesiz bir tabiat dini idi. Yani gök, yer, ateş vesaire gibi tabiat kuvvetlerinden birine veya birkaçına tapıyorlardı. Kunların dini hakkında ise pek az da olsa bilgimiz vardır. Bu bilgiye göre Kunlar yılda bir defa gök ve yer Tanrılarına ve atalarının ruhuna kurban keserlerdi. Demek ki Türk dini o zaman iki tanrılı bir dindi. Gökte ve yerde iki tanrı tanıyan bu din Gök Türkler çağına kadar gelmişti. Gök Türklerde fazla olarak “yer sub” (yer su) da Tanrı olarak tanımaktadır. Fakat Gök Türklerde “Tengi” yani sema bütün dünyayı ve beşeriyeti yaratan bir Tanrı değil, bir Türk tanrısıdır. Yine Gök Türklerde “Umay” adında bir kadın Tanrı tanılıyordu ki bu da iyilik ve acıma Tanrısı idi. İşte Türklerin bu milli dinine Şamanizm diyoruz.

Dokuz Oğuz – Uygurlar zamanında ise millet yavaş yavaş şamanizmi bırakıp manihaizme girmeğe başladı. Daha sonra, 840’tan sonra ise Budizm ve hırıstiyanlığın bir mezhebiî olan nasturîlik de Uygurlar arasında yayıldı.

Budizm Hindistanda “Buda”nın kurduğu bir dindir. Buda, milattan önce 477’de ölmüştü. Budanın dinine göre bu dünyada duyduğumuz sevinç, keder gibi şeyler bizim duygularımızın ve düşüncelerimizin yanılmasından doğan kuruntulardır. Bu dünyada her şey gelip geçicidir. İstikrar yoktur. Fakat buna mukabil bir de edebi alem vardır ki ona Nirvanna derler. Orada edebi bir değişmezlik vardır. Nirvanna alemi bütün mahlukların nereden gelip nereye gittiğini bilen, “benlik”lerden ibarettir. Bu benlikler insanlara hulul ederler. İnsan irade ile nefsini terbiye eder, ergin ve olgun bir insan olursa o benlik onu öldükten sonra Nirvannaya ulaştırır. Aksi takdirde bu benlik yüz binlerce yıl içinde daha birçok insan veya hayvanlara hulul ederek ıztırap içinde yuvarlanıp gidecektir. Budanın dininde bizim anladığımız manada bir Tanrı yoktur. Buda dünyanın başlangıcı ve sonu hakkında da bir şey söylemiyor. Buda yalnız iradeyi kuvvetlendirecek talimat vermiştir. Buda dinine göre aşk ile nefret, şefkat ile zulüm aynı derecede kötü şeylerdir. Doğru ve mutedil olmak, kendini yüksek görememek, lüzumsuz yere söz söylememek budizmin esaslarındandır. Budizmde ibadet de yoktur. İhtimal ki bu sadeliği Türkler arasında yayılmasına sebep olmuştur.

Manihaizm ise Babilli Mani (214-277) tarafından ortaya konmuştur. Mazdeizm yani Zerdüşt dini ile hırıstiyanlığın karışmasından doğmuş bir dindir. Hırıstiyanlığın tesirinde kalmış olmasına rağmen iki Tanrılı bir dindir. Asıl Tanrı iyiliği ve ışığı temsil eder. Bunun yanında 12 tane yardımcı Tanrı vardır ki, aşk, iman, doğruluk, zeka, bilgi, anlayış, sır saklama gibi faziletleri temsil ederler. Fenalık tarafının Tanrısı da “Hümâme” dir. Kadındır. Bunun yanında da 12 tane yardımcı Tanrı vardır.

Manihaizme göre hayvan eti yemek, şarap içmek haramdır. İyilikle kötülük daimi bir savaş halindedir. Fakat günün birinde iyilik tarafı galip gelecek, o gün kıyamat kopacaktır. Ruhlar edebi olduğu için kıyamatte fenalar Cehennemde ceza göreceklerdir. Mani şair ve ressam olduğu için dinini yaymakta bu iki şeyden istifade etmiştir.


Devlet

Türklerde devlet pek eskidenberi teşekkül etmişti. Sakalar çağında Türklerin devlet kurduğunu bilmiyorsak da Kunların başlangıcından beri Türklerde devlet vardı. Türk devletleri aristokratik idiler. Devlet reisi devleti mutlak olarak idare eder, yanında beğlerden mürekkep kurultay bulunurdu. Devlet reisine Kunlar ve Siyenpiler devrinde “Yabgu” derlerdi. Aparlar, Gök Türkler, Dokuz Oğuz –Uygurlar devrinde “Kağan” denilmeğe başlandı. “Hakan” ve “Han” kelimeleri “kağan”ın sonradan aldığı şekillerdir. Devlet reisine kağan denilmeğe başlayınca yabguluk ikinci derecede bir rütbe ve unvan oldu. Devlet reisi öldüğü zaman yerine oğlu, kardeşi, yahut amcası geçerdi. Kimin geçeceğini ekseriyetle kurultay seçer, bazen de prenslerden birisi kendi gücü ile hükümdarlığı alırdı. Kunlar ve Gök Türkler devrinde devlet çok büyük olduğundan doğuda ve batıda olmak üzere iki bölüme ayrılmıştı. Bu ayrılık bazen kökleşir, iki düşman devlet olurdu. Gök Türklerin bazı çağlarında doğudakilerle batıdakiler düşman olarak çarpışmışlardır. Bununla beraber çok defa biri ötekini metbu tanırdı.

Devlet ademi merkeziyetle idare olunurdu. Yani Türk birliğine dahil olan muhtelif boylar kendi reisleri tarafından idare olunurdu. Bazı boylara, hükümdar kendi ailesinden prensleri reis olarak seçerdi. Umumiyetle bu boyları merkeze bağlıyan şey muayyen zamanda vergi vermek, savaşta asker göndermekten ibaretti. Başka bütün işlerinde serbesttiler. Hatta devleti teşkil eden boyların bazen birbiriyle çarpışması bile devlet fikrine aykırı değildi. Kunlardan itibaren Türk hükümdarlarının komşu ülkelere, bilhassa Çin’e muntazaman elçi gönderdikleri tarihçe malûmdur. Gök Türkler devrinde İranlılar ve Bizanslılar ile de siyasi münasebetler olmuştur.


Aile

Türk ailesi Kunlar devrinden beri babanın hakimiyeti altında ana ve çocuklardan mürekkep bir ailedir. Araplarda, İranlılarda, Yunanlılarda, Romalılarda olduğu gibi kadın aşağı veya esir sayılmazdı. Kadın muhteremdi. Kapalı değildi. Fakat bilhassa yukarı tabaka ahalinde birden fazla kadın almak adeti ve hakkı vardı. Evlenmelerde iki tarafında birbiriyle denk seviyede olması şarttı. Ağabeyleri ölenler yengeleriyle evlenirlerdi. Bu bilhassa hükümdarlar arasında böyle idi. Bu adet Anadoluda bugün bile vardır. Evlenme çağına gelen çocuk evlenince baba ocağından ayrılıp başka bir aile kurardı. Türklerde aile bu kadar eski ve muntazam olmakla beraber devlet fikri aile fikrinden üstündü.


Yaşayış, Ahlak ve Adetler

Türklerin büyük kalabalığı göçebe idi. Hayvanların eti, sürü ve derisiyle geçindikleri için otlaklar ararlar, öteye beriye göçerlerdi. Bununla beraber Kunlarda ve Gök Türklerde herkesin bir toprağı olurdu. Orayı ekerlerdi. Demek ki bunların göçebeliği herhangi bir şekilde olmayıp muntazam kaidelere tâbi, muntazam zamanlarda yapılan ve muntazam yerler arasında olan göçebeliktir. Türklerin küçük bir bölümü ise şehirlerde otururlardı. Moğulistan ve bilhassa Maveraünnehirde şehirleri daha çoktur. Herhalde İskenderin istilasından sonra Türklerde şehircilik hayatı daha fazla ileri gitmiştir. Dokuz Oğuzların 840 felaketinden sonra ise Türk milleti artık şehirli haline gelmiştir.
Umumiyetle Türkler yüksek ahlak sahibi insanlardı. Kunların düşmanları olan Çinliler Kunlarda verilmiş bir sözün tutulmamasına imkan olmadığını kaydediyorlar. Hırsızlık eden on mislini verirdi. Evli bir kadına sataşmanın, savaştan kaçmanın, büyük hırsızlık yapmanın cezası ölümdü. Kunlar devrinde bir mahkum hakkında en çok on günde karar verilirdi.

Asker millet oldukları için çocuklar milletin menfaatlerine uygun olarak yetiştirildi. Kunlarda çocuklar küçükken koyunlara binerek biniciliği öğrenmeğe başlarlar, pek usta biniciler olurlardı. Eli silah tutan herkes askerdi. Savaşta ölmek şeref, evde ölmek ayıptı… Kişi çadırda doğar, çayırda ölürdü.
Türklerde erkeklerin de saçları uzun olurdu. Galiba Sakalar devrinden beri Türkler uzun saçlı bir millet olarak tanınmıştı. Kısrak sütünden yapılmış olan kımız milli içkileri idi. Pek besleyici bir içki idi.
Gök Türkler zamanında Türklerde balbal dikmek adeti vardı. Bir kahramanın, bilhassa kağanların mezarına hayatta iken öldürdüğü veya yendiği en ünlü düşmanının heykeli dikilirdi. Bu heykele balbal derlerdi.

Türk Devletlerinin Kuruluş ve Yıkılış Tarihleri

Türk Devletlerinin Kuruluş ve Yıkılış Tarihleri

Büyük Türk Devletleri

Büyük Hun İmparatorluğu/M.Ö. 4. asır - M.S. 48
Avrupa (Batı) Hun İmparatorluğu/374-496
Ak Hun (Eftalit) İmparatorluğu/4. asır sonları - 577
Birinci Göktrük İmpararorluğu/552-582
Doğu Göktürk İmparatorluğu/582-630
Batı Göktürk İmparatorluğu/582-630
İkinci Göktürk İmparatorluğu/681-744
Uygur İmparatorluğu/744-840
Avrupa Avar İmparatorluğu/6. asır - 805
Hazar İmparatorluğu/7. asır - 965
Karahanlılar Devleti/840-1042
Gazneliler Devleti/962-1187
Büyük Selçuklu Devleti/1038-1194
Harezmşahlar Devleti/1097-1231
Osmanlı Devleti/1299-1922
Timurlular Devleti/1370-1506
Bâbürlüler (Gürgâniyye) Devleti/1526-1858

Devletler

Kuzey Hun Devleti/48-156
Güney Hun Devleti/48-216
Birinci Chao Hun Devleti/304-329
İkinci Chao Hun Devleti/328-352
Hsia Hun Devleti/407-431
Kuzey Liang Hun Devleti/401-439
Lov-lan Hun Devleti/442-460
Tabgaç Devleti/386-557
Doğu Tabgaç Devleti/534-557
Batı Tabgaç Devleti/534-557
Doğu Türkistan Uygur Devleti/911-1368
Liang Şa-t'o Türk Devleti/907-923
Tana Şa-t'o Türk Devleti/923-936
Tsin Şa-t'o Türk Devleti/937-946
Kan-çou Uygur Devleti/905-1226
Türgiş Devleti/717-766
Karluk Devleti/766-1215
Kırgız Devleti/840-1207
Sabar Devleti/5. asır - 7. asır arası
Dokuz Oğuz Devleti/5. asır sonu - 6. asır sonu
Otuz Oğuz Devleti/5. asır sonu - 6. asır sonu
Basar-Alan Türk Devleti/1380-?
Doğu Karahanlı Devleti/1042-1211
Batı Karahanlı Devleti/1042-1212
Fergana Karahanlı Devleti/1042-1212
Oğuz-Yabgu Devleti/10. asrın ilk yarısı - 1000
Suriye Selçuklu Devleti/1092-1117
Kirman Selçuklu Devleti/1092-1307
Türkiye Selçuklu Devleti/1092-1307
Irak Selçuklu Devleti/1157-1194
Eyyubîler Devleti/1171-1348
Delhi Türk Sultanlığı/1206-1413
Mısır Memlûk Devleti/1250-1517
Karakoyunlu Devleti/1380-1469
Akkoyunlu Devleti/1350-1502

Beylikler

Tulûnlular/868-905
İhşidîler/935-969
İzmir Beyliği/1081-1098
Dilmaçoğulları Beyliği/1085-1192
Danişmendli Beyliği/1092-1178
Saltuklu Beyliği/1092-1202
Ahlatşahlar Beyliği/1100-1207
Artuklu Beyliği/1102-1408
İnaloğulları Beyliği/1098-1183
Mengüçlü Beyliği/1072-1277
Erbil Beyliği/1146-1232
Çobanoğulları Beyliği/1227-1309
Karamanoğulları Beyliği/1256-1483
İnançoğulları Beyliği/1261-1368
Sâhib Atâoğulları Beyliği/1275-1342
Pervâneoğulları Beyliği/1277-1322
Menteşeoğulları Beyliği/1280-1424
Candaroğulları Beyliği/1299-1462
Karesioğulları Beyliği/1297-1360
Germiyanoğulları Beyliği/1300-1423
Hamidoğulları Beyliği/1301-1423
Saruhanoğulları Beyliği/1302-1410
Aydınoğulları Beyliği/1308-1426
Tekeoğulları Beyliği/1321-1390
Eretna Beyliği/1335-1381
Dulkadıroğulları Beyliği/1339-1521
Ramazanoğulları Beyliği/1325-1608
Doburca Türk Beyliği/1354-1417
Kadı Burhaneddin Ahmed Devleti/1381-1398
Eşrefoğulları Beyliği/13. asır ortaları - 1326
Berçemeoğulları Beyliği/12. asır
Yarluklular Beyliği/12. asır

Atabeylikler

Böriler/1117-1154
Zengîler/1127-1259
İl-Denizliler/1146-1225
Salgurlular/1147-1284

Hanlıklar

Büyük Bulgarya Hanlığı/630-665
İtil (Volga) Bulgar Hanlığı/665-1391
Tuna Bulgar Hanlığı/981-864
Peçenek Hanlığı/860-1091
Uz Hanlığı/860-1068
Kuman-Kıpçak Hanlığı/9. asır - 13. asır
Özbek Hanlığı/1428-1599
Kazan Hanlığı/1437-1552
Kırım Hanlığı/1440-1475
Kasım Hanlığı/1445-1552
Astrahan Hanlığı/1466-1554
Hive Hanlığı/1512-1920
Sibir Hanlığı/1556-1600
Buhara Hanlığı/1599-1785
Kaşgar-Tufan Hanlığı/15. asır başları - 1877
Hokand Hanlığı/1710-1876
Türkmenistan Hanlığı/1860-1885

Cumhuriyetler

Âzebaycan Cumhuriyeti/1918-1920
Batı Trakya Türk Cumhuriyeti-I/31 Ağustos 1913
Batı Trakya Türk Cumhuriyeti-II/1915-1917
Batı Trakya Türk Cumhuriyeti-III/1920-1923
Türkiye Cumhuriyeti/1923-...
Hatay Cumhuriyeti/1938-1939
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti/1983-...
Âzerbaycan Cumhuriyeti/1991-...
Kazakistan Cumhuriyeti/1991-...
Kırgızistan Cumhuriyeti/1991-...
Tacikistan Cumhuriyeti/1991-...
Özbekistan Cumhuriyeti/1991-...
Türkmenistan Cumhuriyeti/1991-...

25 Ekim 2009 Pazar

BAŞBUĞ ATATÜRK'ÜN KENDİ YAZDIĞI ŞİİRİ:




Gafil, hangi üç asır, hangi on asır,
Tuna ezelden Türk diyarıdır.
Bilinen tarih söylememiş bunu,
Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,
Dinleyin sesini doğan tarihin,
Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak.
Yaşanan tarihi gömüp doğru tarihe gidin.
Asya'nın ortasında Oğuz oğulları,
Avrupa' nın Alpler' inde Oğuz torunları,
Doğudan çıkan biz, batıda yine biz;
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz.
Hep insanlar kendini bilseler,
Bilinir o zaman ki hep biriz.
Türk sadece bir milletin adı değil
Türk bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar!
Ey yığın yığın insan gafletleri!
Yırtılsın gökteki gafletten perde,
Hakikat nerede?

Başbuğ Atatürk'ün Türkçü olduğunu ispat eden, daha pek çok uygulaması, davranışı ve sözü vardır. Türkiye'de, bugüne kadar ilk ve son kez olmak üzere, Türkçü düşüncenin yaşama geçirildiği tek dönem Ulu Başbuğ Atatürk'ün dönemidir. O yıllarda, bitti denilen bir milletin yeniden şahlanarak, kıt imkânlarla yedi düveli alt edip; "Acun var oldukça, ben bitmem!" dercesine haykırıp, her alanda tam bağımsızlığını elde etmesi; yüzyıllar boyu ümmet anlayışıyla yaşamış insanlara milli bir kimlik kazandırılması; kendi öz dilini, alfabesini kullanmaya başlaması; Türk kadınının İslamiyet öncesi sahip olduğu hakları tekrar geri alarak, çağdaş bir yaşam tarzına kavuşması ve benzeri kazanımlar; gücünü, asil kanından, binlerce yıllık şanlı ve büyük tarihinden alan ulu bir Türkçünün, Türkçü ülkülemi yaşama geçirip, uygulamasının bir sonucu olarak elde edilmiştir.

BAŞBUĞ ATATÜRK'ÜN TÜRKÇÜ SÖZLERİ


― "Tanrı nasip eder, ömrüm vefa ederse; Musul, Kerkük ve Adaları geri alacağım. Selanik de dahil Batı Trakya'yı Türkiye hudutları içine katacağım ! Başbuğ Atatürk ( "Yurtta Sulh, Cihanda Sulh" sözünü saptıranlara ithaf olunur)

― "İstanbul'da çıkan bir gazeteyi Kaş gar’da ki Türk de anlayacaktır." Başbuğ Atatürk

― "Türkiye Türklerindir." Başbuğ Atatürk

― "Kanını taşıyandan başkasına inanma!" Başbuğ Atatürk

― "Dünya yüzünde, Türk’ten daha büyük,ondan daha eski, ondan daha temiz bir millet yoktur ve bütün insanlık tarihinde görülmemiştir." Başbuğ Atatürk

― "Bir gün, ressamlar Türk'ün simasını kaybederlerse, yıldırımı alsınlar, yapıversinler." Başbuğ Atatürk

― "Milli benliğini bulamayan milletler başka milletlerin avı olacaklardır." Başbuğ Atatürk

― "Türk'lerin yasadıkları her yer misak-ı milli hudutları içindedir." Başbuğ Atatürk

― "Hayattaki yegane üstünlüğüm, Türk doğmaktır! Muhterem milletime şunu tavsiye ederim ki; sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki, vicdanındaki cevher-i asli'yi çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an feragat etmesin." Başbuğ Atatürk (Oysa Türkiye'yi, 1938'den bugüne kadar geçen 67 yıllık süreçte kan ve vicdan itibarıyla tek bir Türk yönetmemiştir!)

― "Biz doğrudan doğruya milletseveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürüyle dolu olursa, o topluluğa dayanan cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur." Başbuğ Atatürk

― "Beni olağanüstü bir kişi olarak yorumlamayınız. Doğuşumdaki tek olağanüstülük Türk olarak dünyaya gelmemdir." Başbuğ Atatürk

― "Türk budur: Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir." Başbuğ Atatürk

― "Eğer bende bazı fevkaladelikler görüyor, buluyorsanız bunları sadece ve yalnız Türk olmama, Türklüğüme bağlayınız." Başbuğ Atatürk

― "Ülkeniz sizindir, Türklerindir. Bu ülke, tarihte Türk’tü bugün de Türk tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır." Başbuğ Atatürk

― "Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun, en evvel, her şeyden evvel Türkiye'nin istikbaline, kendi benliğine, millî an’anelerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir." Başbuğ Atatürk

― "Türk aydınlarının kendi kendisini bilmemesinden ve başka milletlerde şu veya bu sebeple üstünlük olduğunu sanarak, kendini onlardan aşağı görmesinden doğmaktadır. Bu yanlış görüşe son vermek için Türklüğümüzü bütün asaleti ve tarihi ile tanımak ve tanıtmak şarttır." Başbuğ Atatürk

― "Türkiye bir maymun değildir ve hiç bir milleti de taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak, ne de Batılılaşacaktır; o sadece özleşecektir." Başbuğ Atatürk (Ab'ci, ABD’ci Batı özentisi aydınlara(!) duyurulur!)

― "Yüksek Türk! Senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur." Başbuğ Atatürk

― "Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır." Başbuğ Atatürk

― "Taş kırılır, Tunç erir, ama Türklük ebedidir" Başbuğ Atatürk

― "Türk aleminin en büyük düşmanı komünizmdir. Her görüldüğü yerde ezilmelidir." Başbuğ Atatürk

― "Milliyetin çok belirgin niteliklerinden biri de dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden önce ve kesinlikle Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz." Başbuğ Atatürk (Bölücü etniklerin, anadilde eğitim ve yayın istemlerine çanak tutan sözde Atatürkçüler bu sözü iyi öğrensin!)

― "Millet sevgisi kadar büyük sevgi yoktur. Kurtuluş Savaşı'nda benim de milletime ettiğim birtakım hizmetler olmuştur zannederim. Fakat, bunlardan, hiçbirini kendime maletmedim. Yapılanın hepsi milletin eseridir dedim. Aranacak olursa doğrusu da budur. Mazide sayısız medeniyet kurmuş bir ırkın ve milletin çocukları olduğumuzu ispat etmek için, yapmamız lazım gelen şeylerin hepsini yaptığımızı ileri süremeyiz. Bugüne ve yarına bırakılmış daha birçok büyük işlerimiz vardır. İlmi araştırmalar da bunlar arasındadır. Benim arkadaşlarıma tavsiyem şudur: Şahsınız için değil fakat mensup olduğumuz millet için elbirliği ile çalışalım. Çalışmaların en büyüğü budur." Başbuğ Atatürk

― "Büyük devletler kuran ecdadımız, büyük ve şümullü medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur." Başbuğ Atatürk

― "Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni özelliği ve büyük medeni kabiliyeti bundan sonraki gelişmesi ile geleceğin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır." Başbuğ Atatürk

― "Yeni Türk yazısı, Türk'ün yaradılıştan gelen zeka ve kabiliyetini geliştirebileceğinden yeni yazımızı tarlalarında çalışan çiftçilerimize, sürüleri başında dağlarda dolasan çobanlarımıza kadar en az bir zamanda yaymaya çalışmak hepimizin vicdan ve milli haysiyet borcudur." Başbuğ Atatürk

― "Kanını taşıyandan başkasına inanma!" Başbuğ Atatürk (Etnikçi Atatürkçüler(!) bu sözü zaten bilmezler!)

― "Milletleri yükselten bu hususa bir amil daha ilave edelim; Milletlerin kalbinde intikam hissi olmalı. Bu alelade bir intikam değil, hayatına, istikbaline, refahına düşman olanların zararlarını dermeyi hedef tutan bir intikamdır." Başbuğ Atatürk

― "Bütün dünya bilmeli ki; karşımızda böyle bir düşman oldukça onu affetmek elimizden gelmez ve gelmeyecektir. Düşmana merhamet, aciz ve zaaftır; bu insaniyet göstermek değil, insanlık hassasının yok olduğunu ilan eylemektir." Başbuğ Atatürk

― "Yurttaşlarım! Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir." Başbuğ Atatürk

― "Türk Milletinin karakteri yüksektir, Türk Milleti çalışkandır, Türk Milleti zekidir." Başbuğ Atatürk

― "Şu anda, büyük Türk Milletinin bir ferdi olarak, bu kutlu güne kavuşmanın, en derin sevinci ve heyecanı içindeyim." Başbuğ Atatürk

― "Türk, Türk olduğu için asildir. çoğumuz, büyük babamızın babasını hatırlamayız. Bütün soy gururumuzu, Türk olmanın içinde buluruz." Başbuğ Atatürk

― "Türklük, benim en derin güven kaynağım, en engin övünç dayanağımdır" Başbuğ Atatürk

― " Mensup olduğum Türk milletinin şan ve şerefi varsa, benim de bir ferdi olmak sıfatıyla şanım ve şerefim vardır." Başbuğ Atatürk

― "Türk Milleti yüzyıllardan beri hür ve müstakil yaşamış ve istiklâli yaşamak için şart saymış bir kavmin kahraman evlatlarından ibarettir. Bu millet istiklalsiz yaşamamıştır, yaşayamaz ve yaşamayacaktır." Başbuğ Atatürk

HÜSEYİN NİHAL ATSIZ


İtalyan faşizmine sempati duyulduğu, Alman nazizmine methiyeler yazıldığı, Rus komünizmine kur yapıldığı bir dönemde ortaya koyduğu Türkçü mücadele ile bir kahramanlık destanı yaratan Hüseyin Nihal Atsız, mahkemeler, tabutluklar, zındanlar, sürgünler ve mahrumiyetlerin süslediği âbidevî hayatıyla yakın çağın Türkçülük tarihinde bir Ulu Türk Bilgesi olarak gelecek Türk nesillerinin sonsuza uzanan yollarını aydınlatacaktır. Her nesil O'nda; heyecanının, coşkunluğunun, düşüncesinin terennümünü bulacak ve Türk'ün meselelerine Türk gözüyle bakışın metodunu öğrenecektir. Türk Milleti, O'nun yetmiş yılı dolduran fâni hayatında kahramanlık ile feragatın yüce ve ölümsüz tablosunu seyredecektir.

Şuna eminiz ki, Türklüğün ölümsüz efsanesi Atsız Ata, şimdi Tanrı Dağı'nda, Türk Atalarının kutlu tinlerinin toplandığı Tanrıkut otağında, çok sevdiği Kür Şad ile beraber Türk Elleri'ni izleyerek bütün Türklerin Bozkurt başlı sancak altında birleşeceği günü bekliyor.